KAMBİYO HUKUKUNDA AVAL KAVRAMININ DEĞERLENDİRİLMESİ VE YARGITAY’IN TARİHİ SÜREÇ İÇERİSİNDEKİ UYGULAMALARI

10/04/2020

Aval poliçe, çek ve bonoya özgü bir tür kambiyo taahhüdüdür. Hemen belirtilmelidir ki, kambiyo senetleri bakımından kendine özgü bir teminat türü olarak aval müessesesi kabul edildiğinden bono üzerinde “kefil” yazıyor olması, bu taahhüdü kefalet haline dönüştürmez.

Avale ilişkin düzenlemeler 6102 sayılı Türk Ticaret Kanunu’nun 700 ve devamı maddelerinde yer almaktadır. Buna göre aval ile kambiyo senetlerinde bedelin ödenmesinin tamamen veya kısmen güvence (teminat) altına alınması sağlanır. Aval, bir gerçek kişi tarafından verilebileceği gibi bir tüzel kişi tarafından ve organı vasıtasıyla da verilebilir.

Türk Ticaret Kanunu’nun avalin şekline ilişkin 701’inci maddesi şu şekildedir: “(1) Aval şerhi, poliçe veya alonj üzerine yazılır. (2) Aval “aval içindir” veya bununla eş anlamlı başka bir ibareyle ifade edilir ve aval veren kişi tarafından imzalanır. (3) Muhatabın veya düzenleyenin imzaları hariç olmak üzere, poliçenin yüzüne atılan her imza aval şerhi sayılır. (4) Kimin için verildiği belirtilmemişse aval, düzenleyici için verilmiş sayılır.”

Aval, kambiyo senedine ilişkin bir teminattır. Keşideci lehine aval verilebileceği gibi cirantalar ya da kambiyo senedinden sorumlu olan diğer kimseler lehine de aval verilebilir. Bu noktada hemen belirtmek gerekir ki aval -bir geçerlik şartı olarak- senet (veya alonj) üzerinde bulunmalıdır. Zira yukarıda da vurgulandığı gibi kambiyo senedinden doğan sorumluluğun temini gayesi, doğal olarak bu teminatın esas alacakla birlikte devredilmesini gerektirir; kambiyo senedini ciro yoluyla devralacak kimsenin de bunu görebilmesi lazımdır. Kambiyo senedi dışında verilmiş bir teminatın  aval olarak nitelendirilmesi mümkün değildir.
Aval gerek üçüncü bir şahıs gerekse poliçeye imza koyan diğer bir şahıs tarafından verilebilir.  Aval veren kişi kimin için taahhüt altına girmişse aynen onun gibi sorumlu olur. Hemen belirtmek gerekir ki, aval veren kişinin teminat altına aldığı borç, şekle ait noksandan başka bir sebepten dolayı batıl olsa da aval verenin taahhüdü geçerlidir. Yani düzenlenen kambiyo senedi şekle aykırılık sebebiyle geçersizse aval verenin de sorumluluğu sona ermektedir.

Aval veren kişi, poliçe bedelini ödediği taktirde, poliçeden dolayı lehine taahhüt altına girmiş olduğu kişiye ve ona, poliçe gereğince sorumlu olan kişilere karşı poliçeden doğan haklarını iktisap eder.

            AVAL KAVRAMININ ÖZELLİKLERİ

  • Aval kambiyo senetlerinde borçlu olan kişiler için verilebilir.
  • Aval verenin borcu bağımsız bir borçtur, bir diğer ifade ile feri nitelikte değildir. Aval ile teminat altına alınan borç geçersiz olsa bile aval verenin sorumluluğu devam eder. Aval veren kişinin teminat altına aldığı borç, şekle ait noksandan başka bir sebepten dolayı batıl olsa da, aval verenin taahhüdü geçerlidir. Yani lehine aval verilenin borcu geçersiz olsa bile aval veren bu geçersizliği ileri süremez. Lehine aval verilenin mevcut olmaması, ehliyetsiz olması ya da imzasının sahte olması hâlinde de aval verenin sorumluluğu devam eder. Aval veren, sadece kambiyo senedindeki zorunlu şekil eksikliğini ileri sürebilir
  • Aval şerhi doğrudan poliçe, bono ya da çek veya alonj üzerine yazılır ve imzalanır.
  • Aval veren, kambiyo senedinden dolayı borçlu olan diğer borçlularla ile birlikte müteselsilen borçlu olur.
  • Aval veren, lehine aval verdiği kişinin borcun geçerliliği ile ilgili kişisel defilerini ileri süremez; ona sadece şekil eksikliğini, borcun aval veren tarafından ödendiğini veya takas edildiğini ileri sürme hakkı tanınmıştır.
  • Lehine aval verilen için zamanaşımının kesilmesi hâlinde aval veren için zamanaşımı kesilmez.
  • Alacaklı ve borçlu sıfatlarının aynı kişide birleşmesi ile aval borcu sona ermez.
  • Avalist ödeme ile alacaklıya halef olmaz, sadece kıymetli evrak hukukuna özgü ve sadece poliçeden doğan haklarla sınırlı bir rücu hakkı elde eder (TTK m. 702). Ancak aval verenin bu hakları kazanabilmesi için ödeme zorunluluğu nedeni ile ödeme yapmış olması gerekir. Bu kapsamda ödeme zorunluluğu olmaksızın müracaat hakkını kaybetmiş olan bir hamile ödemede bulunan avalist poliçeden doğan bu hakları da kazanamaz.

YARGITAY’IN AVAL KONUSUNDAKİ GÖRÜŞ DEĞİŞİMLERİ

Yargıtay 12. Hukuk Dairesi’nin 26.2.2007 tarih ve 2007/870E-2007/3283K sayılı kararında ‘’Takip konusu yapılan bono incelemesinde TTK’nın 688/6. maddesi uyarınca senedin tanzim yeri unsurunu taşımadığı, ayrıca TTK’nın 689/4. maddesi hükmü gereğince tanzim edenin ad ve soyadının yanında yazılı bir yer ismi de bulunmadığından senet, tanzim yeri-ödeme yeri unsurunu ihtiva etmediğinden bono vasfında sayılmaz. Senette bulunması zorunlu olan tanzim yeri ve tanzim edenin adresi senet keşidecisi için geçerli olup TTK’nın 614. maddesi hükmüne göre kimin için taahhüt altına girilmişse tıpkı onun gibi senetteki borçtan sorumlu olan avalistlerin adreslerinin senette yazılı olması hali, yukarıda açıklanan zorunluluğu gidermez. Bu durumda keşidecinin ad ve soyadının yanında yazılı bir yer ismi de bulunmadığından ( HGK’nın 02.10.1996 tarih ve 1996/12-590 Esas sayılı kararında belirtildiği üzere ) bu senet kambiyo senedi vasfında sayılamaz. Bu husus mahkemece re’sen dikkate alınarak İİK’nın 170/a-2. maddesi gereğince takibin iptaline karar vermek gerekirken işin esası incelenerek karar verilmesi isabetsizdir.’’ denilmiştir. Yargıtay bu kararda düzenleme yeri belirtilmeyen bononun kambiyo vasfını taşımadığı, düzenleyenin adresi yerine avalistlerin adreslerinin bonoda yer almasının düzenleme yeri unsurunu sağlamadığı gerekçeleriyle bononun şekle aykırı olmasından bahisle avalistlerin de bu bonodan sorumlu olmayacaklarını belirtmiştir. Gerçekten de TTK md. 700-702 hükümlerine göre senet şekle ait noksandan başka bir sebepten dolayı batıl olsa da aval verenin taahhüdü geçerlidir. Somut olayda ise bononun zorunlu unsurlarından olan düzenleme yeri yazılmadığı için bono şekle aykırılıktan geçersizdir ve avalistin de sorumluluğu bulunmamaktadır.

Yargıtay 12. Hukuk Dairesi’nin 28.3.2011 tarih ve  2010/24220E-2011/4756K sayılı kararında ‘’TTK’nın 614/1. maddesinde ise aval veren kimsenin, kimin için taahhüt altına girmişse tıpkı onun gibi mesul olacağı belirtildikten sonra, aynı maddenin 2. fıkrasında “Aval veren kimsenin temin ettiği borç, şekle ait noksandan başka bir sebepten dolayı batıl olsa dahi aval verenin taahhüdü muteberdir.” hükmüne yer verilmiştir. Buna göre aval şekil bakımından asıl borca bağlı olmakla birlikte TTK’nın 689. maddesi anlamında müstakil bir kambiyo taahhüdü niteliğinde olup aval veren kimsenin temin ettiği borç, şekle ait noksandan başka bir sebepten dolayı batıl olsa dahi, aval verenin taahhüdü, kambiyo taahhütlerindeki imzaların bağımsızlığı ilkesine de (T.T.K. 589. madde) uygun olarak TTK’nın 614/2. maddesi hükmü gereğince geçerlidir.’’ denilmiştir. Somut olayda bonoda şirket yetkilisi olarak imzası olan kişi gerçekte şirketin yetkilisi değildir, bu yüzden düzenleyen şirket borçtan sorumlu değildir ancak kambiyo senetlerinin temel ilkesi olan imzaların istiklali ilkesi gereğince avalist olarak imzalayan kişinin bu senetten sorumluluğu devam etmektedir. Eğer avalist olarak imzaladığı senet bononun zorunlu unsurlarından birinin eksikliği nedeniyle geçersiz olsaydı avalistin de sorumluluğu sona erecekti. Ancak düzenleyen şirketin borçtan sorumlu olmaması senedin geçerliliğini etkilemeyeceğinden aval verenler düzenleyen gibi sorumlu olmaktadır.

            Yargıtay 12. Hukuk Dairesi’nin 11.1.2010 tarih ve  2009/18233E-2010/30K sayılı kararında ‘’Bonoda sorumluluğun doğması için keşidecinin atacağı tek imza yeterli olup bononun ön yüzündeki ikinci imzanın atılması zorunlu olmadığından aval olarak değerlendirilir. Takip konusu bonoda keşideci, T. …Özel Sağlık Hiz. Dan. Dan. Ltd. Şti. olup şirket yetkilisinin şirketi temsilen atacağı tek imza ile şirket senetteki borçtan sorumlu olur. Ancak zorunlu olmadığı halde şirket temsilcisinin bono üzerine attığı ikinci imza kendisini avalist konumuna sokacağından ve de sadece imza etmek yeterli olacağından (borçlu ismi zorunlu unsur olmadığından) bonodaki borçtan aynen keşideci gibi sorumlu olur. Bu durumda mahkemece iptaline karar verilen 6 adet senede ilişkin olarak borçlu Nurgül’ün şirket yetkilisi sıfatı ile attığı imza dışındaki ikinci imzalar kendisini bağlayacağından aynen borçlu gibi sorumlu olur. Mahkemece bu durumda itiraza konu 6 adet senede ilişkin olarak da itirazın reddine karar vermek gerekir iken atılan ikinci imzada borçlu ismi bulunmadığından bahisle takibin iptaline karar verilmesi doğru değildir.’’ denilmiştir. Yargıtay bononun hukuki geçerliliği için sadece tek bir imzanın yeterli olduğu, düzenleyenin şirket yetkilisi olduğu durumlarda atılan ikinci imzanın aval hükmünde olduğu, imza dışında borçlu isminin yazılmasına gerek olmadığına karar vermiştir.  Karar incelendiğinde Yargıtay atılan ikinci imzanın şirket kaşesi üzerine mi yoksa bonoda bulunan herhangi bir boş yere mi atıldığı hususlarını incelemeden aval hükmünde olduğuna karar vermiştir. Aşağıda inceleneceği üzere Yargıtay 2011 yılından sonra bu içtihadından dönmüş ve atılan ikinci imzanın nereye atıldığına göre kararlar vermeye vermiştir.

            Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun 5.10.2011 tarih ve 2011/12-480E-2011/598K sayılı kararında ‘’Bonoda sorumluluk tek imza ile doğduğundan bono metninin altında birden fazla imza olması halinde imzalar, işbu imzaların sahiplerinin durumuna göre asıl borçlu veya aval veren olarak nitelendirilir. Aval, üçüncü bir şahıs tarafından veya poliçeye imza koyan diğer bir şahıs tarafından verilebilir. Poliçenin yüzüne, keşideci veya muhatap müstesna olmak üzere poliçe borçlularının veya üçüncü şahısların sadece imza etmeleri halinde, imza eden şahıs aval vermiş sayılır. Bu, yasal bir karinedir. Şirket yetkilisi tarafından da olsa senede atılan ikinci imza, şirket kaşesi olmadan atılmış ise, burada keşideci sıfatı söz konusu olmayacağından bu imza aval olarak kabul edilir ve bu imza sahibi borçtan şahsen sorumlu olur. Senette atılan her iki imza da şirket kaşesi üzerine atılmışsa, burada artık aval olgusundan söz edilemez.’’ denilmiştir. Yargıtay Hukuk Genel Kurulu bu kararıyla Yargıtay Daireleri tarafından bu tarihe kadar olan uygulamayı sona erdirmiş ve atılan ikinci imzanın atıldığı yere göre aval olup olmayacağını ifade etmiştir. Eğer poliçe/bono/çek üzerine atılan ikinci imza şirket kaşesinin üzerindeyse aval söz konusu olmayacak, düzenleyen şirketin yetkilisinin attığı hiçbir hukuki sonucu olmayan bir imza olarak dikkate alınacak, şirket yetkilisi avalist olarak borçtan sorumlu olmayacaktır. Şirket kaşesi üzerinde olmayan örneğin senedin arka yüzüne veya ön yüzde başka bir yere atılan imza ise –isim olmasa dahi- aval hükmünde olacaktır.

            Yargıtay 12. Hukuk Dairesi’nin 21.1.2019 tarih ve  2018/9989E-2019/579K sayılı kararında ‘’Şirketin münferit temsilcisinin şirket kaşesi dışında senet üzerine atmış olduğu imzanın kendisini sorumluluktan kurtaracağı düşünülemez. Yine, TTK’nın 778. maddesi göndermesi ile bonolar hakkında da uygulanması gereken aynı Kanun’un 701. ve 702/1. maddeleri gereğince, keşideci şirket kaşesi üzerindeki imza dışında bononun ön yüzüne konulan her imza aval şerhi sayılır. Aval için sadece imza yeterli olup ayrıca ad ve soyadın yazılması gerekmez. Aval veren kimse, kimin için taahhüt altına girmiş ise tıpkı onun gibi sorumlu olur. Özetle şirket temsilcisinin şahsen sorumlu olabilmesi için şirket kaşesi dışında ayrı bir imzasının bulunması yeterlidir. Her iki imzanın da kaşe üzerinde bulunması halinde ise yetkili temsilcinin sorumluluğundan bahsedilemez. Bir diğer ifade ile senetteki her iki imza da şirket kaşesi üzerine atılmışsa, burada artık aval olgusundan söz edilemez (Hukuk Genel Kurulunun 05.10.2011 tarih, 2011/12-480 E. – 2011/598 K. sayılı kararı). Somut olayda takibe konu 31/01/2017 düzenleme tarihli 05/03/2017 vade tarihli 120.000.00 TL bedelli bononun ön yüzdeki borçluya ait iki imzanın da şirket kaşesi üzerinde olduğu, açıkta imzanın bulunmadığı görüldüğünden imzanın şirket adına atıldığının kabulü gerekir. Bu durumda takibe konu bono nedeniyle şirket temsilcisi şahsen sorumlu olmadığından Bölge Adliye Mahkemesi kararının belirtilen nedenle bozulması gerekmiştir.’’ denilmiştir. Yargıtay 2011 yılında değiştirdiği içtihadına uygun olarak şirket kaşesi üzerine atılan ikinci imzanın şirket yetkilisini avalist yapmayacağını, bu kişiye karşı yapılan takibin iptal edilmesi gerektiğine karar vermiştir.

            Yargıtay 19. Hukuk Dairesi’nin 16.5.2018 tarih ve 2016/17940E-2018/2742K sayılı kararında ‘’Davalı … yönünden yapılan temyiz incelemesine gelince bu davalı davaya konu bonoda aval veren konumunda olup zaman aşımına uğramış bonodan dolayı avalistin hukuki sorumluluğu bulunmadığından avalist davalı hakkındaki davanın bu nedenle reddi gerekirken kabulü doğru görülmemiştir.’’ denilmiştir. Somut olayda takibe konu bono zamanaşımına uğramıştır. Zamanaşımı hususu senet metninden anlaşılabilmektedir. Avalistin bononun zamanaşımına uğraması ile bononun ödenmemesinden olan sorumluluğu sona ermektedir. Alacaklı, düzenleyene karşı artık süresi içinde sebepsiz zenginleşme davası açabilecektir. Bono zamanaşımına uğradığı için avalistin bu bonodan hukuki sorumluluğu bulunmamaktadır.

            Yargıtay İçtihadı Birleştirme Genel Kurulu’nun 20.4.2018 tarih ve 2017/4E-2018/5K sayılı kararında özetle ‘’Açıklanan yasal düzenlemeler, yargısal ve bilimsel içtihatlarla bu çerçevede yapılan değerlendirmeler sonucunda “kefalette eşin rızasına ilişkin Türk Borçlar Kanunu’nun 584’uncu maddesindeki düzenlemenin aynı Kanunun 603’üncü maddesi uyarınca avalde uygulanmasının gerekmediği yönünde oy çokluğu ile üçüncü görüşmede karar verildi.’’ denilmiştir. Bu kararla aslında bir kefalet çeşidi olarak görülen avalde, kefalette aranan eşin rızası şartının aranmayacağı yönündeki içtihat kabul edilmiş ve içtihatlar birleştirilip bu karar normlar hiyerarşisine göre kanunlarla eşdeğer tutulmuştur. Yargıtay 2013 yılından 2017 yılına kadar 11, 12 ve 29. Hukuk Daireleri ile Hukuk Genel Kurulu’nun verdiği kararların birbirleriyle uyumsuz olduğunu dikkate alarak içtihatları birleştirme yoluna gitmiştir. Gerçekten de avalde eşin rızasının aranması gerektiğine dair görüşün dayanağı olan ailenin ekonomik bütünlüğünün korunması ilkesi Türk toplumunda değerli bir ilkedir. Kefalette yer alan bu düzenleme ile taahhüt altına girilmesi için eşin rızası aranmakta, bu rıza olmadan verilen taahhüt geçersiz kabul edilmektedir. Özel bir kefalet çeşidi olan aval ise ticari hayatta çok çabuk el değiştirebilen ve tarafların genellikle birbirlerini tanımadığı, sadece üzerinde imzaların olduğu kambiyo senedinde kullanılmaktadır. İşte Yargıtay soyutluk, tedavül kabiliyeti, senede duyulan güven ilkelerini gerekçe göstererek kambiyo senedindeki kefalet olan avalde eşin rızasının aranmaması gerektiğine karar vermiştir.

                        SONUÇ

            Görüldüğü gibi aval, kefaletin kambiyo senedindeki tezahürü olup poliçe ve bonoda kullanılabilen bir ‘şahsi teminat’ türüdür. Aval poliçenin ticari hayattaki tedavülünün kolaylaşmasını sağlamakla beraber uygulamada bonoda daha çok kullanılmaktadır. Avalde mutlak def’ilerin dahi avalist tarafından ileri sürülemiyor oluşu ve yalnızca şekil geçersizliğinden kaynaklanan def’ilerin avalist tarafından ileri sürülebilmesi ise avalin kefaletten daha ağır hüküm ve sonuçlarının olmasına sebep olmaktadır.

            Ağır sonuçları olan avalin geçerli olup olmadığı konularında Yargıtay daireleri arasında da farklıklar bulunmakla birlikte Hukuk Genel Kurulu ile İçtihadı Birleştirme Genel Kurulu’nun verdiği kararlarla içtihat farklılıkları ortadan kaldırılmaya çalışılmaktadır. Aval verenin lehine aval verdiği kişiyle aynı şekilde sorumlu olması, aval vermek için atılan imzanın yeri, aval verilecek senedin geçerli olup olmadığı gibi hususlar dikkatlice incelenerek taahhüt altına girilmelidir. Yukarıda sayıldığı üzere şeklen geçerli olan bir senet olduğu takdirde avalist sorumluluktan neredeyse kurtulamamakta, aval verdiği kişiyle aynı koşullarda sorumlu olmaktadır.



Bir cevap yazın