CEZA MUHAKEMESİNDE ZORLA GETİRME KARARININ YARGILAMANIN SÜJELERİ BAKIMINDAN UYGULANMASINDA YARGITAY KARARLARI

19/04/2020

Zorla getirme kararı; soruşturma veya kovuşturma aşamasında bazı işlemlerin yapılabilmesi için müşteki (şikayetçi), mağdur, şüpheli, sanık, tanık veya bilirkişi gibi süje ve ispat araçlarının gerektiğinde zor kullanılarak savcılık, hakimlik veya mahkeme önüne çıkarılmasıdır. Zorla getirme kararı, “ihzar müzekkeresi” veya “ihzar celbi” olarak da adlandırılmaktadır.

Zorla getirme, ilgili işlemin yapılması için gerekli süre kadar uygulanabilir. İşlem yapıldıktan sonra zorla getirme tedbiri kendiliğinden kalkar.

5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’na göre, zorla getirme tedbiri müşteki (şikayetçi) ve mağdurlar hakkında CMK md. 233 ve md. 44/1, tanıklar hakkında md. 43 ve 44 hükümleri çerçevesinde uygulanır. Şüpheli ve sanık hakkında uygulanan CMK md. 146, zorla getirmenin genel hükümlerini içerdiğinden tanık, mağdur, müşteki ve bilirkişi hakkında da uygulanır.

Zorla getirme kararı; ifade alma, sorgu veya başkaca işlemlerin (teşhis, keşif, imza örneği alınması vb.) gerçekleştirilebilmesi için uygulanan bir koruma tedbiridir. Koruma tedbirleri; ceza muhakemesinin yürütülmesi, delillerin muhafazası ve mahkemece verilecek hükmün infaz edilebilmesi amacıyla başvurulan tedbirleridir. Kişi özgürlüğüne müdahale içeren koruma tedbirlerine başvurmak için tedbirin niteliğine göre kanunda belirlenen koşulların gerçekleşmesi zorunludur.

Müşteki (şikayetçi), mağdur, şüpheli, sanık, tanık ve bilirkişi hakkında zorla getirme kararı verilebilmesi için şu şartların gerçekleşmesi gerekir (CMK md. 146):

  • Hakkında tutuklama kararı verilmesi için yeterli neden olan kişi zorla getirilebilir.
  • Yakalama emri düzenlenmesi için yeterli nedenler bulunan kişi zorla getirilebilir.
  • İfade alma veya sorgu işlemi için çağrılıp da davete uymadığı takdirde zorla getirileceği tebliğ edilen kişi hakkında da zorla getirme kararı verilebilir.

Zorla Getirme Kararı Verme Yetkisi

Soruşturma Aşamasında Zorla Getirme: Soruşturma, suç şüphesiyle başlayıp savcılıkca düzenlenen iddianamenin mahkeme tarafından kabulüyle sona eren bir evredir. Soruşturma aşamasında zorla getirme kararı verme yetkisi Cumhuriyet Savcısına aittir. Kolluğun (polis, jandarma) zorla getirme yetkisi yoktur. Kolluk, ancak zorla getirme emrinin icra edilmesini sağlar. Soruşturma aşamasında bazı hallerde Sulh Ceza Hakimliği de zorla getirme kararı verebilir. Suçüstü hâli ile gecikmesinde sakınca bulunan hâllerde, Cumhuriyet savcısına erişilemiyorsa veya olay genişliği itibarıyla Cumhuriyet savcısının iş gücünü aşıyorsa, sulh ceza hâkimi de bütün soruşturma işlemlerini yapabilir (CMK md. 163).

Kovuşturma Aşamasında Zorla Getirme: Kovuşturma, iddianamenin kabulüyle başlayıp hükmün kesinleşmesine kadar devam eden yargılama safhasıdır. Kovuşturma aşamasında zorla getirme kararı verme yetkisi hakim veya mahkeme başkanına aittir. Kovuşturma aşamasında asliye ceza mahkemesi ve ağır ceza mahkemesi olmak üzere iki genel mahkeme mevcuttur. Asliye ceza mahkemesi tek hakimli olup zorla getirme kararı da mahkeme hakimi tarafından verilir. Ağır ceza mahkemesi ise üç hakimli olup ağır ceza mahkemesinde duruşma mahkeme başkanı tarafından yönetilir, zorla getirme kararı da mahkeme başkanı tarafından verilir.

Cumhuriyet savcısının zorla getirme emrine karşı, 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunun zorla getirmeyi düzenleyen maddelerinde (CMK m.146 ve m.44) bir “hukuki çare” olarak savcılık kararına itiraz düzenlenmemiştir. Ancak, zorla getirmenin kişi özgürlüğüne müdahale içeren bir koruma tedbiri olması nedeniyle, kanunda savcılık kararlarına karşı hukuki çare mahiyetinde düzenlenen itiraz haklarına kıyasen, savcılığın zorla getirme emrine karşı da ilgili kişinin sulh ceza hakimliğine itiraz etme hakkı vardır.

İtiraz, hakim veya mahkeme kararlarına karşı gidilebilen bir kanun yoludur. Hakim veya mahkeme tarafından zorla getirme kararı verildiğinde bu karara itiraz kanun yolunun genel hükümleri gereği tebliğ veya öğrenmeden itibaren 7 gün içinde itiraz edilebilir.

Yukarıda açıklandığı üzere tanıklar ve bilirkişiler hakkında da zorla getirme kararı verilebilir. Tanıklar ve bilirkişiler çağrı kâğıdı ile çağrılır. Çağrı kâğıdında gelmemenin sonuçları bildirilir. Ancak zorla getirme kararına rağmen gelmeyen tanık veya bilirkişi hakkında yakalama kararı verilmesi mümkün değildir. Uygulamada, mahkemeler zorla getirmenin davetiye tebliği şeklinde değil de fiilen uygulanarak ilgili kişinin getirilmesini emrettikleri görülmektedir.

Usulüne uygun olarak çağrılıp da mazeretini bildirmeksizin gelmeyen tanık veya bilirkişiler zorla getirilir ve gelmemelerinin sebep olduğu giderler takdir edilerek kamu alacaklarının tahsili usulüne göre ödettirilir. Zorla getirilen tanık evvelce gelmemesini haklı gösterecek sebepleri sonradan bildirirse aleyhine hükmedilen giderler kaldırılır.

            Sanığın Savunma Hakkının Korunması ile Mahkemenin Maddi Gerçeğe Ulaşması Bağlamında Yargıtay Uygulaması

Yargıtay 8. Ceza Dairesi’nin 15.6.2015 tarih ve 2015/8907E-2015/19173K sayılı kararında ‘’Sanık hakkında verilen 15.06.2010 tarihli beraat kararının Cumhuriyet Savcısı tarafından temyiz edilmesi üzerine Dairemizin 03.06.2013 tarih, 2013/5358- 16857 esas-karar sayılı ilamı ile suç sabit olduğundan bahisle bozulduğu, mahkemece bozma ilamına uyulmasına karar verildiği halde, bozmanın da sanık aleyhine olması nedeniyle 5320 sayılı Kanunun 8. maddesi uyarınca halen uygulanmakta olan 1412 sayılı CMUK’un 326/2. maddesine göre sanığın bozma ilamına karşı diyeceklerinin tespiti gerekirken sanığa yapılan duruşma tebligatının adresten ayrılmış olması nedeniyle iade edilmesi ve sanık hakkında çıkarılan zorla getirme kararının da sanığın işi gereği ilçe dışında olması nedeniyle yerine getirilememesi karşısında; sanık usulüne uygun şekilde duruşmaya getirtilerek kendisine Yargıtay bozma ilamına karşı diyecekleri sorulmadan sanığın aleyhine hüküm kurulmak suretiyle CMUK.nun 326. maddesinin 2. fıkrasına aykırı davranılması suretiyle savunma hakkının kısıtlanması yasaya aykırıdır.’’ denilmiştir. Somut olayda yerel mahkemece Yargıtay’ın bozma kararı sonrası sanık aleyhine hüküm kurulması için duruşma günü belirlenmiş ve sanığa tebligat çıkarılmıştır. Ancak bu tebligat sanığa hukuka uygun şekilde tebliğ edilememiş, daha sonra mahkemece verilen zorla getirme kararı da uygulanamamış ve sanığın savunması alınmadan sanık aleyhine hüküm kurulmuştur. Yargıtay işte burada sanığın aleyhine verilecek hükümlerde muhakkak mahkemeye getirilmesini, zorla getirme kararının usulüne uygun olarak ifa edilmesini kabul etmiştir. Savunma hakkının ihlalini Yargıtay salt hükmün bozulması için gerekçe göstermiş ve yerel mahkemece verilen kararı bozmuştur.

Yargıtay 18. Ceza Dairesi’nin 28.10.2015 tarih ve 2015/4541E-2015/9467K sayılı kararında ‘’Mahkeme tarafından sanık hakkında yakalama ve müşteki hakkında zorla getirme kararı çıkarılarak duruşmanın 26/09/2013 tarihine bırakılmasına karşın, sanığın yakalama kararı üzerine 19/06/2013 tarihinde savunması alınıp duruşma günü beklenip müştekiye CMK’nın 234. maddesindeki hakları hatırlatıp sonucuna göre hüküm kurulması gerektiğinin gözetilmemesi bozma nedenidir.’’ denilmiştir. Karar incelendiğinde yerel mahkemenin sanığın savunmasını aldığı ancak müştekiye kanunda sayılan haklarını (duruşmadan haberdar edilme, kanun yollarına başvuru, tanık davet etme, davaya katılma vb.) hatırlatmadan karar verdiği görülmektedir. Yerel mahkemenin sanığın savunma hakkına riayet edip müştekinin sunacağı delilleri, tanıkları araştırmadan karar vermesi hakkaniyete aykırılık oluşturacaktır. Somut olayda yapılması gereken, eğer sanık duruşma gününden önce savunmasını verdiyse ve dosyada araştırılacak başka husus kalmadıysa duruşma gününün öne çekildiğine dair müştekiye tebligat göndermektir. Müşteki duruşmaya geldiğinde ve haklarını kullandıktan sonra da bu yeni duruma göre karar verilmeliydi. Açıklanan bu hususlara uyulmadan verilen kararı Yargıtay bozmuştur.

Yargıtay 13. Ceza Dairesi’nin 22.10.2015 tarih ve 2014/30192E-2015/16204K sayılı kararında ‘’Sanıkları ve suça sürüklenen çocuğu gören tek tanığın … olduğu, bu tanığa soruşturma sırasında yaptırılan teşhis işlemi sonucunda, müştekilere ait apartman içerisinde görülen sanıkların net olarak teşhis edildiği, dolayısıyla sanıkların atılı suçu işlediklerine dair tek somut delilin tanık …’ın beyanları olmasına ve tensip duruşmasında bu tanığın zorla getirilmesine karar verilmesine rağmen tanığın gelip gelmediğinin ve çıkarılan zorla getirme emrinin neden yerine getirilmediğinin yargılama boyunca takip edilmediği, dolayısıyla 5271 sayılı CMK’nın 210 ve 236/1 maddeleri gereğince olayın tek görgü tanığı konumundaki …’ın yargılama aşamasında dinlenmesi, sanıklar ile suça sürüklenen çocuk savunması ile kanıtların bir bütün halinde değerlendirilerek sonucuna göre karar verilmesi gerekirken eksik inceleme ile yazılı şekilde karar verilmesi bozmayı gerektirmiştir.’’ denilmiştir. Somut olayda olayı gören ve maddi gerçeği açığa çıkaracak tek tanık bulunmaktadır. Yargılama devam ederken (kovuşturma aşamasında) tanığa çıkarılan zorla getirme kararının ifa edilip edilmediği ve bu tanığın duruşmalara katılıp katılmadığı belirsiz kalmıştır. Yargıtay maddi gerçeğe ulaşmayı sağlayacak tanığın duruşmaya katılmadan sadece soruşturma aşamasında verdiği beyana göre hüküm kurulmasını hukuka aykırı bulmuştur. Tanığın usulüne uygun olarak duruşmaya getirilip beyanının alınması, daha sonra tüm delillerin birlikte değerlendirilerek karar verilmesi gerekmektedir. Bu usule uyulmadan verilen karar hukuka aykırıdır ve Yargıtayca bozulmuştur.

Yargıtay 3. Ceza Dairesi’nin 9.12.2015 tarih ve 2015/7035E-2015/35345K sayılı kararında ‘’Tanık B.. H..’nun duruşmada dinlenilmek üzere zorla getirilmesine karar verildiği, kolluğun zorla getirme müzekkeresine tanığın 9 Eylül Üniversitesi Mühendislik Fakültesi Hazırlık Sınıfında okuduğundan hazır edilemediği şeklinde cevap verdiği, tanığın adresine talimat yazılmak suretiyle dinlenilmesi gerekirken dinlenilmesinden vazgeçilmesi; Dinlenilmesine karar verilen tanık O.. G..’ın dinlenilmesinden vazgeçilmeden ve duruşmada kollukta alınan beyanları okunmadan kolluktaki beyanı esas alınarak sanık hakkında tehdit suçundan mahkumiyet hükmü tesisi bozmayı gerektirmiştir.’’ denilmiştir. Bu kararda da Yargıtay zorla getirilmesine karar verilen tanıkların duruşmaya getirilmeden daha önce beyan vermişlerse bu beyanların mahkumiyet hükmü için yeterli olmayacağını, zorla getirme tedbiri uygulanamıyorsa tanığın ifadesinin talimat yoluyla alınması gerektiğini belirtmiştir. Soruşturma aşamasında ve savcıya da değil kolluğa verilen ifadenin mahkemede değerlendirilmemesi açık hukuka aykırılık teşkil etmektedir. Mahkumiyet hükmünü verecek mahkemenin önüne getirilmemiş ve taraflarca tartışılmamış, değerlendirilmemiş delillere dayanılarak verilen karar bozulmuştur.

Yargıtay 4. Ceza Dairesi’nin 2.5.2017 tarih ve 2016/12291E-2017/13792K sayılı kararında ‘’Denetim süresi içerisinde suç işleyen sanığın duruşmaya çağrılması, varsa diyecekleri sorularak yapılan yargılama sonucuna göre yeniden hüküm kurulması ve bu hükmün açıklanması gerektiği gözetilmeden zorla getirme kararı üzerine kolluk görevlileri tarafından 25.11.2014 tarihli duruşmada hazır edilen ancak üzerinde kimliğinin olmadığını belirten sanığın kimlik tespitinin yaptırılmaması ve ne şekilde zorla getirme kararının infaz edildiğinin araştırılmaması suretiyle savunma hakkının kısıtlanması bozmayı gerektirmiştir.’’ denilmiştir. Karar incelendiğinde Yargıtay savunma hakkının gereği olarak sanığın duruşmaya getirilmesinin zorunlu olduğunu, ancak bu zorunluluğun gerçekleştirilebilmesi için de bazı usuli güvencelere uyulması gerektiğini ortaya koymuştur. Öncelikle sanığa gönderilecek tebligatta hangi hususlar için çağrıldığı, bu karara uymazsa uygulanacak sonraki işlemler yazmalıdır. Sanık hangi konu, işlem için çağrıldığını bilerek ve hazır olarak duruşmaya katılmalıdır. Yoksa somut olaydaki gibi kolluğun doğrudan, hiçbir araştırma yapmadan sanığı zorla getirmesi açıkça hukuka aykırıdır ve sanığın savunma hakkının tecelli edemeyeceği ortadadır. Yangından mal kaçırır gibi, sanığın aniden duruşmaya getirilmesi ve kimlik tespitinin dahi yapılmaması savunma hakkının kısıtlandığını göstermektedir. Sanığa bu güvenceler gösterilmeden ifa edilen zorla getirme kararına dayanılarak yapılan işlemlerin geçerli olmayacağı ve bu işlemler esas alınarak verilen kararların bozulacağı belirtilmiştir.

Yargıtay 15. Ceza Dairesi’nin 13.2.2017 tarih ve 2016/4485E-2017/5930K sayılı kararında ‘’Dolandırıcılık suçundan sanığın beraatine ilişkin hüküm ve müştekinin katılma sıfatı almadığı gerekçesiyle sıfat yokluğundan temyiz talebinin reddine dair verilen ek karar müşteki tarafından temyiz edilmekle, dosya incelenerek gereği düşünüldü: Müştekinin en başından beri şikayetçi olduğu ve müştekinin şikayetinde belirttiği adrese yapılan tebligatın böyle bir sokak olmadığı gerekçesiyle iade edildiği aynı adrese çıkarılan zorla getirme kararının da yerine getirilemediği ancak müştekinin Mernis adresine herhangi bir tebligatın çıkarılmadığı, bu nedenle duruşma gününden haberdar edilmeyerek CMK 233. madde gereğince davaya ilişkin şikayet ve katılma yönünde beyanları alınmaksızın karar verilmesi bozmayı gerektirmiştir.’’ denilmiştir. Somut olayda mağdur yargılamanın başından beri şikayetçi olduğunu beyan etmesine rağmen katılan sıfatını alamamış, bununla birlikte sanık da üzerine atılı suçtan beraat etmiştir. Yerel mahkeme kovuşturma aşamasında müştekinin katılan olmadığı gerekçesiyle temyiz talebini reddetmiştir. Ancak karara konu olay incelendiğinde müştekiye usulüne uygun tebligatın yapılamadığı ve zorla getirme kararının da ifa edilemediği görülmektedir. Yani müştekiye hiçbir zaman CMK md. 234’teki hakları hatırlatılmamıştır. Müştekiye katılıp katılmayacağı, delil toplanmasını isteyip istemediği gibi sorular sorulmadan onun aleyhine bir karar verilmesi hukuka aykırıdır. Yapılması gereken müştekinin adresinin tespit edilip duruşmaya gelmesinin sağlanmasıdır. Duruşmaya geldikten sonra müştekinin katılan olmayacağını beyan etmesi verilen kararı sonradan geçerli hale getirmeyeceğinden yerel mahkemenin kanunda sayılı işlemleri zamanında hukuka uygun olarak yapması gerekmektedir.

Yargıtay 18. Ceza Dairesi’nin 7.11.2019 tarih ve 2019/43E-2019/15734K sayılı kararında ‘’Dosya kapsamından olaya ilişkin bilgisi olduğu anlaşılan … ile … tanık sıfatıyla duruşmaya çağrılıp yöntemince dinlenmeden ve 16/05/2013 tarihli duruşmada dinlenilmesine karar verilen tanık Alev K’nın hakkında çıkartılan zorla getirme emrinde şahsa ulaşılamadığı belirtilmiş ise de, adres araştırması yapılarak tespit edilen adresinden çağrılıp dinlenilmeden veya hukuki dayanağı gösterilip dinlenilmesine gerek bulunmadığına dair bir karar verilmeden soruşturma evresinde verdiği ifade de duruşmada okunmayarak eksik inceleme ile yazılı şekilde hüküm kurulması bozmayı gerektirmiştir.’’ denilmiştir. Bu kararda tanık olarak daha önce dinlenen kişinin duruşmada dinlenilmesine karar verilmesi ve duruşmaya getirilmesi durumunda mahkemece yapılacak işlemler açıklanmıştır. Tanığa zorla getirme kararına rağmen ulaşılamıyorsa öncelikle adres araştırması yapılmalıdır. Eğer bu araştırmaya rağmen tanık bulunamıyorsa ve dosya tamamlanıp diğer delillerle maddi gerçeğe ulaşılabiliyorsa artık tanığın dinlenilmesinden vazgeçilebilir. Ancak bu vazgeçmede mahkemenin kesinlikle hukuki bir dayanak göstermesi gerekmektedir. Örneğin dosyada başka herhangi bir delil yoksa ve tanık beyanlarıyla olay çözüme kavuşacaksa artık bu tanık delilinden vazgeçilemez.

            SONUÇ

Zorla getirme kararı, yakalama emrinden daha hafif ağırlıkta olan ve yargılamada rol alan her süje için uygulanabilen bir koruma tedbiridir. Zorla getirmenin sanık, tanık ve müştekilere doğru uygulanmaması savunma hakkına uyulması ve maddi gerçeğin ortaya çıkarılmasında büyük sorunlara neden olmaktadır. Mahkemelerin zorla getirme kararlarının nasıl uygulandığı veya uygulanıp uygulanmadığı hususlarında yeterli araştırma yapmadan hüküm kurmaları, bu hükümlerin Yargıtayca bozulmasına neden olmaktadır.

Sanık için uygulanacak zorla getirme kararında sanığın neden çağrıldığı, gelmezse karşılaşacağı yaptırımların yazılmaması savunma hakkının ihlali sonucunu doğururken müşteki için uygulanacak zorla getirme kararının doğru uygulanmaması mağdurun kanun yollarına başvuru veya delillerin toplatılmasını isteme hakkını ihlal edecektir. Tanıkların da usulüne uygun olarak duruşmaya getirilmemesi hem sanık hem katılanlar hem de kamu için maddi gerçeğin ortaya çıkarılamaması tehlikesini gündeme getirecektir.

Stj. Av. H. Deniz ARLI



Bir cevap yazın